İstanbul’un her köşesinde bianellerden, fuarlara sanatla dolu dolu günler yaşanırken Peugeot, E-5008 modelini sanat eserine dönüştürecek sıra dışı bir çalışmaya imza attı. “Art on Cars”, Erdal İnci, Ozan Türkkan ve Selçuk Artut’un katkılarıyla hayata geçirildi ve Galataport’ta üç gün süresince sergilendi. Peugeot’nun vizyonunu teknolojik sanatın yaratıcı gücüyle bir araya getiren bu proje, otomobili yalnızca bir ulaşım aracı olarak değil, aynı zamanda estetik bir ifade biçimi olarak konumlandırdı. Sanatçılar, aracın yenilikçi, maceraperest ve sıra dışı karakterinden ilhamla üç özgün eser üretti.
Aynı dönemlerde Contemporary İstanbul’da Zilberman Gallery’de eserleri sergilenen Selçuk Artut ile Galataport Paket Postanesi’nde, hem “Art on Cars” projesini konuşmak hem de diğer çalışmaları hakkında sohbet etmek için bir araya geldik.
“Eser üretiminde teknolojiyi yoğun bir şekilde kullanan sanata, teknolojik sanat demeyi tercih ediyorum ve kendimi de teknolojik sanatla uğraşan birisi olarak görüyorum.”
Peugeot “Art on Cars” projesinde çalışma fikir nasıl doğdu?
Teklif Peugeot tarafından geldi. Sanatçı koordinasyonunu sağlayan Aslı Boduroğlu, sanat uğraşlarımda zaten beni tanıyan, sanatla ilgili organizasyonlar yapan birisi, projeden bahsettiğinde ilgimi çekti çünkü herhangi düz bir kanvas değil, üç boyutlu bir nesne üzerinde görüntü alanı oluşturulacaktı. Dijital sanat diyerek işin içerisinden çıkmayı sevmiyorum. Aslında bir hacimsellik vs. olunca benim için tam bir macera ve bir çözülmesi gereken problemlerle beraber gelen yaratıcılık alanı oldu. Teklif, tam da yapay zeka, sesle ilgili bir takım deneyler yapayım diye düşündüğüm bir zamanda geldi.
Proje ne kadar sürede oluştu?
Dört aylık bir süre içerisinde bu yolculuğa başladık. Markayla otomobili tanımak amacıyla özel toplantılarımız oldu ama çok net brifler değildi bunlar. “Bu otomobil aslında kime hitap ediyor, kim kullanıyor?” konusunda kendim bir segmentasyonyaptım. Elektrikli bir otomobil olmasının yanında aslında çok maceraperest bir model. Çünkü etrafta neredeyse 100 yıldır fosil yakıtlar tüketen araçlar var ve bütün sistem bunun üzerine kurulmuşken gerçekten bir sanatçı cesareti gibi, sonrasında ne olacağını bilmeksizin, markalar elektrikli araçlara yatırım yapmaya başladılar. Bu anlamda benim de böyle bir elektrikli araçla çok uzun soluklu olarak buluştuğum ilk anlardan biri oldu. Marka E5008 otomobil verdi ve dört ay boyunca kullandım.
İlk olarak, ses ve müzik üzerine de çalıştığım için, otomobilin sessizliği çok cezbedici geldi. Ama beraberinde, vicdani sorumluluğu olan herkes tarafından elektrikli otomobiller için sorgulanan, doğaya ne kadar zarar veriyoruz sorusu geldi. Yani şu anda doğayı son derece kötü bir şekilde darp ediyoruz. Bu uçağa bindiğimizde de, buraya gelirken de oldu. Geri dönüşüm, az tüketmek ile bunu minimize etmek demek. Otomobil de hayatımızın artık kaçınılmaz bir parçası. Elektrikli otomobiller acaba bu konuya çözüm yaratıyor mu sorusuyla ile ilgili olarak aracı kullandıkça şunları hissettim: Öncelikle çok verimliler. Elbette hibrit araçlar için de geçerlidir ama elektrikli araçlarda gördüğüm herhangi bir mekanik aksan konusunda, içtenyanmalı motorlar vs. gibi sınıflara göre, çok daha güç ve hareket dengesi birbiriyle ilintili. Yani siz hareket etmek isteyip, ivme talep ettiğinizde sistem size anında yanıt veriyor. Bir hantallık hissi yok ve frene bastığınızda o kaybetmek üzere olduğunuz enerjiyi hemen kaydediyor. Yani kaybetmiyor ve bu anlamda aşırı verimli olması çok hoşuma gitti. O, doğaya karşı yararlılık bilincine uydu diyebilirim.
Rota’nın Fısıltıları
İkinci boyutu ise dile getirdiğim sessizlik hali. Sessizlik anında, detaylara konsantre olmaya başlıyorsunuz. Yani otomobilin gürültüsüyle yaşadığınız stres, İster istemez ne kadar duymamaya çalışsanız da yolculukta bütün detaylar seyahatin parçası oluyor. Bu yüzden de ben yaptığım işe “Rota’nın Fısıltıları” diye bir isim verdim.
Bölümler, Zarafet, Sessizlik ve Hareket
Ayrı estetik yapıları barındıran üç bölümden oluşuyor ve birbiriyle ahenkli isimleri var. Bölümler arda arda çalarak, oynuyorlar. Birinci bölümün adı olan Zarafet’te, ses ve görsellik arasında birebir ilişki var. Tasarım detaylarına özen gösterilmiş ve sergilenen bir zarafeti bulunuyor açıkçası. İkinci bölüm Sükunet, yani o sessizlik hali ile beraber aslında detaylarına girdiğiniz an. Burada yapay zeka kullandığım bir video işi var.
Üçüncü bölüm Hareket’te ise enerji verimliliği, daha dinamik olması gibi otomobilin detaylarından aldığım, görsellerle ürettiğim, dijital sanatın etmenlerini daha çok hissedebildiğimiz bölümden oluşuyor.
Daha önce bu tarz bir çalışma yapıldı mı?
Var ama sanat eseri anlamında yok, genellikle fuarlarda otomobil üzerine mapping denilen görüntünün yansıtılması şeklinde yapıldı.
Projede nasıl bir yol haritası izlediniz?
Çok minor detaylarla ilgili bir görsel ürettiğinizde bunun cevabını otomobil yüzeyinden alamayabilirsiniz. Çünkü projeksiyonları düz perdelere yansıtarak ya da ekranlarda görerek tüm detaylarına vakıf olabiliyoruz ama otomobilin üzerine ışık olarak gönderilen bu görüntü, bütün detaylarını yitiriyor. Bundan ötürü hatları daha kalın bir yolla ilerlemeye başladım.
Çalışmanın son birkaç haftasında daha teknik şeyler konuştuk. Neticede camları, tekerlekleri gibi otomobilin her tarafına görüntü vermedik. Bununla ilgili teknik detaylar oldu. E5008’in üç boyutlu modelinin ölçümlerini edindik.
Görüntüde bir yüzeye kumaş giydirmek gibi ama gerdikçe desen otomobil üzerinde bükülüyor. Onu engellemek için çok fazla projeksiyonla örtüştürmek denilen teknik bir yöntem kullanıldı.
Arkasında ciddi bir mühendislik kısmı da var ama biz sanatçılar olarak bu yolun nasıl olabileceğini de teknik çözümlemede bir araya gelerek konuştuk. Yani parça parça vermektense, aracın üç boyutlu modeline göre üç boyutlu simülasyonu da teknik olanaklarla gerçekleştirilebilirdi ve tamamen öyle oldu.
Yine bir estetik dokunuştan bahsetmem gerekirse, modelin ön tarafında üçlü çizgiler olduğunu gördüm. Elektrikli olduğu için E harfinde, vites kontrolünde de üç çizgisi var. Bir “üç” ilişkisini bütün eser içerisinde halkalarda da görüyorsunuz. Genelde, konsept olarak da çizgiselliği aslında tercih ettim. Mesela otomobilin iç yüzeyinde dikdörtgen tekrar detayları var. Onları kullandım ve otomobilin dışına taşıdım. Böyle özel göndermeler bulunuyor.
Fakat bir segmentasyon yapmak gerekirse, profil olarak biraz bahsetmeye çalıştım. Bir insan niye elektrikli araç alır? Bence ne olursa olsun içinde bir maceraperestlik varsa alır. Bundan ötürü de çizgide giden ama kontrollü bir şekilde istediği zaman çizgiden çıkabilecek cesarete sahip bir profil olduğunu düşünüyorum. Çok erkek egemen konuşmak istemiyorum ama o küçükken oynadığımız oyuncağın büyümüş haline daha çok benziyor elektrikli olması. Diğerleri makine gibiyken bu küçükken pil takıp oynadığın aracın kocamanı olan büyük bir oyuncak gibi hissettim. O segmentasyon seviyesinde kendimi doğru koltukta olduğunu düşündüm.
Üretirken daha detayları olmayan, genelde baktığımızda otomobil üzerinde kendini fark ettirebilecek ve otomobilin her tarafına yayılabilecek bir iş yapmaya çalıştım. Yaptığım işlerde ses ve görüntü senkronizasyonu var bununla beraber üç epizodun karşı tarafa doğru şekilde geçeceğini hissediyorum.
İkinci bölümde yapay zeka ile yaptığım çalışmada poligonlu dijital estetikte doğa içerisinde gidiyorsunuz. Bir anda yol ortadan kayboluyor ve kendinizi ağaçların, ormanın içerisinde buluyorsunuz kendinizi. En sonda gökyüzünde, masmavi bir yerdesiniz. Sessiz araçta detaylara konsantre oluyorsunuz ve detaylardan biri de zihinsel yoğunluğunuzla ilgili olabiliyor. Bu otomobil bunu sağlıyor size. Bir ormandasın ve bir anda gökyüzüne kadar rahatlıkla çıkabilecek kadar gibi hissettim.
“Ekibim, Kan, Ter ve Gözyaşı.”
İnsanlar genelde soruyorlar ekibiniz var mı diye. Ben de evet üç kişilik bir ekibim var diyorum. Kan, Ter ve Gözyaşı. Yani her şeyi ben yaptım. Görseller ve müzik hepsini kendim yapıyorum.
Teknolojik sanat, bir çok alanı barındıran üst bir çatı
Ben teknolojik sanat demeyi tercih ediyorum. Dijital sanat eksik, dar bir alan gibi geliyor bana, alt terim kalıyor. Özellikle yaşadığımız dönemde yani sosyal olarak da toplumsal olarak da etkilendiğimiz en büyük etken teknoloji. Ve teknolojik sanat demeyi üst çatı olarak daha doğru buluyorum. Dijital, kreatif, generatif kendinden üreyen sanatta onun altında. Hepsi içinde. Ama tabii teknolojik sanatı nasıl tanımlamak gerekiyor? Bunlar muğlak sınırlar gibi olsa da eser üretiminde teknolojiyi yoğun bir şekilde kullanan sanata, teknolojik sanat demeyi tercih ediyorum ve kendimi de teknolojik sanatla uğraşan birisi olarak görüyorum.
Yapay zeka konusunda fikirlerinizi öğrenebilir miyiz?
Sabancı Üniversitesi’nde Sanat ve Tasarım programında ders veriyorum. Yapay zeka ve yaratıcılık diye bir ders açıyorum bu dönem. O da önemli bir öğe. Orada da daha çok insan ve teknoloji arasındaki birlikteliğe bakıyorum. Çünkü yapay zeka, terimi biraz talihsiz bence. Sanatçı açısından baktığımız zaman içinde bir zeka var mı yok mu konusu bizim için çok daha net. Yaratıcı bir unsuru kendinden çıkan, bir sabah uyanıp eser yapan bir şey ortada yok. O yüzden yaratıcı olmasıyla ilgili insan ve teknoloji arasındaki birlikteliği biraz böyle diyalektik görüp ikisi beraber bir araya geldiği zaman neler yapabilir, bununla ilgili uğraş veriyorum. Üniversitede Sanat ve Tasarım programındaki öğrenciler zaten kendi yetenekleriyle bir şeyler yaparken, şimdi bu arttırılmış seviyeyle bambaşka işler üretecekler.
Ben daha optimistim yapay zekâ ile ilgili. Hayat sona erdi, dünya kötüye gidiyor falan kaygısı yaygın, Hollywood bile film yaparken bundan besleniyor. Ben o taraftan değilim. Sonuçta üniversitede ders veriyorum, insanlara umut vermek işimizin bir parçası. O yüzden onu doğru bir şekilde kullanmayı göstermek lazım. Burada da bir denge oluşacak.


